Bize Bir Yasa Lazım; Trans* hakları, kadın hakları ve azınlık hakları için yapılan bir insan hakları projesidir.
Bu kampanya Türkiye çapında nefret söylemi, nefret cinayetleri ve bunların cezasız kalma hallerine karşı ortaya çıkmıştır.
Sadece Trans* bireylere yönelik nefret suçlarına karşı bir kampanya değil, aynı zamanda kadın ve diğer azınlıklara yönelik tüm nefret suçlarına karşıdır.
Belirtmekten büyük bir üzüntü duyarız ki geçtiğimiz yıllarda gerçekleşen cinayetlerde artış gözlemlenmektedir. Geçtiğimiz son 2 sene boyunca toplamda 49 trans* öldürülmüştür. Trans* Kadınlara yönelik bu suçlar polis tarafından soruşturulsa ve mahkemelere taşınsa dahi saldırganlar adli kovuşturmalardan muaf tutulabilmektedir. 2013 yılı boyunca 214 kadın öldürülmüştür. Yine burada da saldırganlar müsamahakar hükümlere bel bağlamış, bir çoğu hakettikleri cezaları almamışlardır. Türk Ceza Kanunu’nda bulunan “ağır tahrik” uygulamasının sonuçları olarak da görebileceğimiz bu gerçekler, saldırganların müsamahakar hükümler almasına sebep olurken onların avantajına olan bir durum yaratmaktadır.
Cinayet ve saldırıları cezalandırmamak, nefret suçlarına açık bir davettir. Bu da devlet şiddeti ve heteronormatif toplumsal cinsiyet inşaası arasındaki büyük kesişimi göstermektedir.
"Bir şahsa veya mülküne karşı işlenen herhangi bir suçun kaynağı, o kimsenin ırkı, rengi, etnik kökeni ya da uyruğu, dini, cinsiyeti veya cinsel yönelimi, cinsel kimliği, yaşı, fiziksel veya zihinsel engelleri yahut buna benzer bir durum ile ilgili ise, bu suç nefret suçudur."1 Nefret suçları ceza gerektiren bir suçun, belirli ve ortak karakteristik özellikleri bulunan birey ve gruplara veya onların mülklerine yönelik önyargılarla işlenmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bu durum da nefret suçlarını diğer suçlardan ayıran nokta olarak karşımıza çıkmaktadır. Nefret suçları birçok şekilde ortaya çıkabilmektedir, sözlü taciz ve fiziksel saldırı, cinayet, mülke zarar verme gibi şiddet eylemleriyle sindirme bunlardan sadece birkaç tanesidir. Bu sebeptendir ki, nefret suçu tek ve spesifik bir saldırıyı değil birçok saldırı biçimini kapsayan bir suçtur.
1 OSCE, Office for Democratic Institutions and Human Rights (ODIHR)’ın tanımına göre, nefret suçları 2008,Türkiye’deki Trans*ların durumu devlet ve toplum tarafından belirlenmektedir. Toplumdaki önyargı ve Trans*ların özellikle de Trans* kadınların haklarından mahrum edilmeleri arasında önemli bir etkileşim vardır. Bu sebepten söylenebilir ki, nefret cinayetlerindeki bu artış devlet politikasının ve toplumdaki değerler sisteminin kaçınılmaz ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Nefret suçları, hem kurbanın hem de kurbanın üyesi olduğu sosyal grubun istenmediği ve toplumun bir parçası olarak kabul edilmediğini belirten bir mesaj niteliği taşımaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi bu suçlar sadece bireye yönelik değil, bireyin de içerisinde bulunduğu tüm gruba karşıdır. Bu suçların soruşturulmalarında ve saldırganların yargılanmaları süreçlerindeki eksiklikler göstermektedir ki, Trans* bireylerin en temel insan hakları dahi devlet tarafından sağlanamamaktadır. Devlet temel yaşam hakkını güvence altına almalıdır.
Türkiye Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ni 2003 yılında imzalamıştır. Sözleşme kapsamında 23. Madde aşağıdaki gibidir:
Herkes, hukuk önünde eşittir ve hiç bir ayrımcılığa tabi tutulmaksızın hukuk tarafından eşit olarak korunma hakkına sahiptir. Hukuk bu alanda her türlü ̧ ayrımcılığı yasaklar ve herkese ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir fikir, ulusal veya toplumsal köken, mülkiyet, doğum veya başka bir durum ile yapılan ayrımcılığa karşı etkili ve eşit koruma sağlar.
Bu maddeyi göz önünde bulundurarak LGBTİ hareketi “cinsel yönelim” ve “cinsiyet kimliği” maddelerini içeren bir ayrımcılık karşıtı yasa için mücadele etmiş, ve bu talep devlet tarafından reddedilmiştir. Bu sepeplerden hem insan haklarının uygulanacağını garanti edebilen bir devlete hem de bizi koruyan yasalara ihtiyacımız vardır.
Bu kampanya dünya prömiyeri 14 Nisan’da IKSV İstanbul Film Festivali’nde yapılan. Festival kapsamında "Sinemada İnsan Hakları" dalında yarışan Trans X filmi daha sonrasında gösterimlerine Izmir, Gaziantep, Adana, Ankara, Mersin, Kars, Dersim ve Van’da devam edecektir.
Trans X İstanbul bir bireyi merkezine alan belge filmi olmasının yanı sıra Türkiye’deki trans* bireylerin insan haklarını konu alan çok yönlü bir projenin parçasıdır.
Binlerce Trans* Kadın Türkiye’nin büyük şehirlerinde yaşamaktadır. Ve 2009 yılından bu yana Trans*’lara yönelik cinayetlerde gözle görülür bir artış kaydedilmiştir. Ve eğer trans* bireylere yönelik nefret suçları, soruşturulsa bile zanlılar genellikle yargının onları serbest bırakacağı algısına itimat etmektedir. Ebru, İstanbul’da yaşayan bir Trans* Kadın ve arkadaşlarının yerlerinden edilmeleri ve öldürülmelerine karşı savaşıyor. Kendisi de aynı deneyimi devlet, toplum ve ailesinden dışlanmayla hayatı boyunca yaşamış. insan hakları ve LGBTQI insanların hakları üzerinde 25 senedir aktif olarak aktivizm yapıyor. Türkiye toplumunu mizah, öz alaysılama ve politik zeka ile değiştirmek istiyor. Ebru 85 yaşında emekli bir Alman hemşire olan yönetmenin annesi Margarethe ile tanışır ve onunla birlikte Trans*’lar için bir emekliler evi kurar. Ek olarak İstanbul’daki kentsel dönüşüm ve Gezi Park direnişi dönemi de film içerisinde yankılanan önemli noktalardandır.
Uyarlayan: Onur Karaoğlu, İbrahim Halaçoğlu
Yöneten: Onur Karaoğlu
Oyuncular: Fatih Gençkal, Nadir Sönmez, Gülen Karaman, İbrahim Halaçoğlu, Metin Göksel
Işık Tasarım: Utku Kara
Mekan Tasarım: Öykü Akarca, Doruk Çiftçi, Ali Umut Ergin, Utku Kara
Ses ve Müzik Tasarım: Recep Gül, Özgür Kuşakoğlu
Video Tasarım: Burak Çevik
Sahne Amiri: Utku Kara
Reji Asistanı: Alper Turan
Perihan Mağden’in 2010 senesinde yayımlanan romanı “Ali ile Ramazan”,1990’larda İstanbul’da yaşanan bir üçüncü sayfa hikâyesini konu alıyor. Roman, Ali ile Ramazan adlı iki gencin birbirlerine olan aşklarını ve yaşadıkları acıları, toplumsal gerçekleri anlatıyor.
Romandan yola çıkarak kurgulanan oyun ise sadece Ali ve Ramazan’ı değil, günümüz toplumunun dışladığı insanların hikâyelerini de sahneye taşıyor. Seyirciler, bir yandan Ali ile Ramazan’ın 80′ler ve 90′ların zorlu günlerindeki hayatını izlerken diğer yandan günümüz toplumuna kendilerini kabul ettirmeye çalışanların gerçeklerine de tanıklık edecekler.